Haritadan Firma Ara
  Prof.Dr. Enis ŞAHİN  
 
 
  Fikir Köşesi
  Tüm Yazılar
  Tüm Yazarlar
  Yazarın Tüm Yazıları
  Tüm Şiirler
  Yazarın Özgeçmişi
 
Web Siteniz Yok mu?
 
  Büyük Atatürk’ün Vasiyet...
  Büyük Atatürk’ün VasiyetnâmesiTürkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kema...
  Yazının Devamı »
 
  Cumhuriyet'e Giden Yol III: ...
  Türkiye Cumhuriyeti'nin İlânı ...
  Yazının Devamı »
 
  Cumhuriyet'e Giden Yol II: T...
  Türkiye Cumhuriyeti'nin İlânıyla İlgili Son Gelişmeler...
  Yazının Devamı »
 
  Cumhuriyet'e Giden Yol I: Kur...
  Kurtuluş Savaşı'nda Cumhuriyet İzleri...
  Yazının Devamı »
 
 
 
 
izlenme: 1898 
|
Web Siteniz Yok mu?
Lozan Antlaşması Sonrasındaki Ermeni Pişmanlıkları
resmi büyüt

Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlıları ve onların destekçisi İngiltere’yi mağlup ettikten sonra, taraflar arasında önce Mudanya Konferansı (Ekim 1922), sonra ise nihaî barış antlaşmasının imzalanacağı Lozan Konferansı (Kasım 1922-Temmuz 1923) toplanmıştır. Lozan Konferansı ve Antlaşması (24 Temmuz 1923), bir anlamda Türkiye açısından zaten bitmiş olan Ermeni meselesini, İtilaf devletleri ve özellikle İngiltere açısından da sona erdirmiştir. Bilindiği gibi konferansın ilk safhasında 12 Aralık 1922’de İngiliz delegasyonu başkanı Lord Curzon, Ermeni millî yurdu konusunu konferansın gündemine getirmek suretiyle, Türkiye’den Ermeni devleti için toprak ayırması teklifinde bulunmuştur. İsmet Paşa buna verdiği cevapta; yeni Türk devletinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun aksine millî bir devlet olduğunu belirtmiş ve Türkiye’nin böyle bir problemi olmadığını ifade etmiştir. İsmet Paşa, tehcire tabi tutulmuş olan Ermeni kardeşlerinin dönüşünü sevinçle karşılamaya ve onlara milletlerarası kıstaslara uygun haklar tanımaya hazır olduklarını ifade ederek, sözlerini şu şekilde sürdürmüştür: “Marsilya’daki Ermeniler nasıl bağımsız bir varlığa kavuşamazlarsa, Türkiye’deki Ermeniler de buna benzer iddialarda bulunamazlar”. Bunun üzerine Lord Curzon, Anadolu’daki üç milyon Ermeni’nin 130.000’e nasıl indiğini açıklamasını isteyince, İsmet Paşa, Türkiye Tarihi’nde hiçbir zaman üç milyon Ermeni olmadığını, hatta dünyada bile bu kadar Ermeni bulunmadığını yabancı istatistikî bilgilere dayanarak ortaya koymuştur. Buna karşılık Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da son on yılda savaşlarda 2.5 milyon Türk insanının öldüğünü de kendisine hatırlatıldı.

Lozan’da bunlar olurken, İngiliz Avam Kamarası’nda Yarbay Williams adlı bir milletvekili, Ermeniler konusunda İngiltere’nin politikasını şu sözlerle tenkit ediyordu: “Bağımsız bir Ermenistan kurmayı amaçlayan bir eylemi protesto ederim. Bu konuda zaman zaman alınan mektuplar bize bazı gerçekleri hatırlatıyor. Bunlar; “Allah aşkına, bizi Türklerle yalnız bırakın. Bizi yalnız bırakırsanız, biz onlarla yan yana yaşayabiliriz, anlaşabiliriz” demektedir. Bunun tamamıyla gerçek olduğuna siz sayın üyeleri temin ederim. Eğer bizler işe müdahale etmeyi bırakırsak, Ermeniler pekalâ Türklerle yaşayabilirler”.

Bu aşamadan sonra İngiltere Lozan görüşmelerinde, Ermeni meselesi konusunda fazla ısrarcı olmamaya gayret göstermiştir. İngiltere özellikle Moskova ile Ankara arasında herhangi bir yakınlaşma ihtimalini de göz önüne almak suretiyle, Ermeni meselesine ait taleplerinden vazgeçmiştir. Bunu, Lozan’daki İngiliz delegasyonunda uzman olarak bulunan Sir Andrew Ryan şu şekilde itiraf ve ifade etmekteydi: “Ermeni millî yurdu konusu nerede ise konferansın en büyük patırtılarından birisine sebep olmasına rağmen ciddi bir mesele değildi. Korkarım ki, bu mesele bir vitrin dekoru olarak ortaya atılmıştı. Bu meselenin içi de, gerçekte mağaza camekânlarında raf raf gördüğünüz süt teneke kutuları kadar boştu”.  Ryan’ın da itiraf ettiği gibi, esasında bu konuda başka birşeyin beklenmesi de söz konusu değildi. İngiltere’nin Ermenileri desteklemekten vazgeçmesinin sebeplerinden birisi de, Ermeni komitelerinin Mondros Mütarekesi’nden sonra Doğu Anadolu’daki katliam karşısında duyduğu infial olmuştur. Ermeniler bilhassa 1915 ile 1920 yılları arasında gerek Doğu Anadolu ve gerek Kafkasya’da Müslümanlara karşı uyguladıkları mezalim, ne kadar tatbikçileri tarafından saklanılmaya, hatta tersyüz edilip Müslümanların kıtalleri olarak Batıya yansıtılmaya çalışılmışsa da, dünyanın en iyi haber alan istihbarat servislerine kumanda eden İngiliz hükümet yetkililerini, sokaktaki halk gibi aldatabilmeleri mümkün değildi. Zaten o ana kadar verdikleri desteklerden dolayı, bu ülkelerin kamuoyları da, hükümetlerini eleştirmekten geri durmamışlardı.

Lozan Konferansı’ndaki bu gelişmelerden sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imza edildi. Mudanya Mütarekesi’nde olduğu gibi, Lozan Antlaşması’nda da Ermenistan konusundan bahis geçmedi. Antlaşma metinlerinde Ermeni adına rastlanmadı. Bu suretle Türkiye açısından zaten mesele olarak dahi kabul edilmeyen Ermeniler, kendi oluşturmuş oldukları sun’i meselenin de herhangi bir sonuç vermekten uzak olduğunu görmüş oldular. Böylece Ermeni meselesi de yarım asırlık bir safahattan sonra, en azından teknik olarak sona ermiş oluyordu. Türkiye bu konuda takip etmiş olduğu şahsiyetli politikalar doğrultusunda amacına ulaşmış ve haklılığını bütün dünyaya kabul ettirmişti.

Lozan Konferansı’nın sonuçlanmasından sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kurucusu olduğu Cumhuriyet Türkiyesi’nde yaşamayı tercih eden Türk vatandaşı Ermeniler de hayatlarına aynı topraklarda devam etmişlerdir. Buna karşılık ülke dışına gitmeyi tercih eden Ermeniler, önce Türkiye ve Lozan Antlaşması aleyhine yurtdışında ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük protestolarda ve “Lozan Antlaşması’nı red” kampanyaları düzenlemeye başlayarak, tepkilerini dile getirmeye başlamışlardır. Bu suretle bulundukları ülkelerin kamuoylarını etkilemeye çalışmışlardır. Ancak kısa bir süre sonra yine bu Ermenilerin en azından bir kısmı, geçmişte Türkler idaresindeki yaşantılarının değerini iş işten geçtikten sonra itiraf etmeye başlamışlardır. Bu suretle Ermeni meselesinin arkasındaki bir başka gerçek de Ermeniler tarafından bizzat dile getirilecektir.

Bunlardan birisi de, Taşnaksütyun ve yakın dönem Ermenistan Tarihi için çok önemli isimlerden birisi durumundaki Hovhannes Kaçaznuni’dir. Kaçaznuni, 30 Mayıs 1918 tarihinde Batum Konferansı sonrasında bağımsızlık ilanında bulunan Ermenistan Cumhuriyeti’nin ilk başbakanıdır. Bu önemli görevi yapan Kaçaznuni, I. Dünya Savaşı’nda “yanlış ata oynadıklarını” itiraf etmiştir. “Taşnaksütyun’un Yapacağı Birşey Yoktur” adıyla Türkçemiz’e de çevrilen eserinde belirttiği gibi, Ermeni lider, Türklerle yaşanan ilişkilerde hatalı tarafın Türkler değil, Ermeniler olduğunu tüm açıklığıyla ifade etmiş ve kendisinin de mensubu olduğu Taşnaksütyun Komitesi’ni açıkça suçlamıştır.

Bu konudaki en çarpıcı açıklamalardan birisini, belki de en çarpıcısını, hayatının geri kalan kısmını Rusya’da değil de, bir Batı ülkesine sığınarak devam ettirmek zorunda kalan isyancı bir Ermeni’nin itirafları, daha doğrusu pişmanlıkları oluşturmaktadır. Bu ifadeler, Ermeni meselesindeki asıl hatalı tarafın kim olduğunu, hiçbir yoruma ve değerlendirmeye gerek kalmaksızın ortaya koymakta, esasında Ermenilerin Türk yurdunda ne kadar mutlu bir hayat sürdüklerini, istedikleri herşeyin gerçekleştiğini ve nihayetinde meydana gelen durumun ne kadar sun’i bir mesele olarak Türklerin dışında, Batı’nın kontrolünde hazırlanıp servis edildiğini, Ermenilerin de buna riayet ettiklerini şu ifadelerle gözler önüne sermektedir:

“Türkiye’nin asıl efendisi bizdik. Biz hepimiz kanunların haricinde yaşardık. Memurları elde etmeyi bir sanat haline koymuştuk. Para, eğlence, kadın... İcabına göre her vasıtayı kullandık. Vergilerden sıyrılmanın yolunu bulurduk, askerlikten ya bütün bütün yakayı kurtarırdık veya zahmetsiz, bir seciyesi zayıf memurlar, rüşvet ve bahşişi bizden almayı, bize kolaylık göstermeyi tercih ederlerdi. Bunun için ticaret aleminde kimse bizimle rekabet edemezdi. İmtiyazlı bir sınıftık. Rüzgarın esişine göre bazen fes giyer, koyu Türk kesilir, Türk ahbaplara sokulurduk, bazen fesi atar, Türk ahbapları tanımaz hale gelirdir. İçimizi açığa vururduk. Asıl ruhumuzla, itiyatlarımızla, zevklerimizle, toprak bağı ile yurda bağlı idik. Fakat bu duygu şuursuz ve sönük bir halde kalıyordu. Hariçten gelen papazın, muallim ve ecnebi siyasî ajanının telkinine maruzduk.

“Günün birinde bu imtiyazları, bu iki yüzlülüğü ödemek lazım geldi. Ceza olarak vatandan uzak düştük. Orasını ne kadar sevdiğimizi, doğduğumuz topraklara en samimi hislerimizle ne kadar bağlı olduğumuzu neden sonra anladık. Türlü türlü imkânlarla dolu, mamur Amerika muhitinde yaşadığımız halde, denizden çıkmış balık gibiyiz. Aramızda Türkçe konuşuyoruz, çocuklarımıza halâ Türkçe öğretiyoruz. Türk olduğumuzu ancak şimdi duyuyoruz. Amerika’nın kendi bünyesi içinde eritmekte en çok zahmet çektiği unsur biziz... Şimdi bu yabancı muhit bizim için bir Türk vatandaşlığı mektebi oldu. Bambaşka adamlarız. Doğduğumuz yurdun topraklarına yüz sürmek, orada yaşamak, orada ölmek hasretiyle çıldırıyoruz. Fakat iş işten geçti”.

İtirafçı Ermeni’nin de belirttiği gibi, iş işten gerçekten geçti. Türk-Ermeni ilişkilerinin yaşandığı son 150 yıllık sorunlu evre, bu ilişkilerin bir daha eski haline dönmesi ihtimalini zorlaştırmıştır, hatta günümüze uzanan sıkıntılı süreçte neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Yara artık kangrene dönüşmüştür. Pişmanlıklar bize geri dönüş fırsatı vermiyor, ancak tarih biliminin sayesinde, tarihte meydana gelen bazı olayların, öyle sanıldığı gibi olmadığını, işin dibacesine varınca anlama imkânı sağlıyor. Evet Ermeni meselesinde Osmanlı devleti ve sonrasındaki Türkiye Cumhuriyeti, Ermenileri bilerek-isteyerek-cana kastederek yok etmedi, katliama maruz bırakmadı. Bu devletlerin yaptığı sadece ve sadece, Batı desteğinde “isyana kalkışan ve kendi vatandaşları olan Ermenileri” bu hareketlerinden alıkoymak, engellemek ve varsa suçlularını cezalandırmaktı. Bunu bize yerli ve yabancı arşivlerde kayıtlı binlerce belge ortaya koymaktadır. Ne Osmanlı devleti ve ne de Türkiye Cumhuriyeti, Ermenilerle ilgili bunun dışında bir amaç gütmedi. Ama büyük devletler isyanların olduğu dönemdeki gibi, aynı amaçlarla bugün yine sahnededirler. Onların Ermenilerle ilgili düşünce ve politikaları devam ettiği sürece, bu meselede Ermeniler kullanılmaya devam edileceklerdir, tıpkı dün olduğu gibi, tıpkı bugün olduğu gibi….

Heyhat….!

 

Prof.Dr. Enis ŞAHİN

Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi 
 
Eklenme Tarihi: 31/08/2015
 
 
Yazılarla ilgili tüm hukuki sorumluluk yazıyı yazan kişiye aittir.
 
 
geri dön
Haberler
sayfa başı
Haberler
tüm yazılar
Haberler
yazdır
Haberler
tavsiye et
|
Yazıya Yorum Bırakın
Misafir Avatar
İsim
E-Posta
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.
  SON EKLENEN YAZILAR
Trakya Üretsin, İstanbul Yesin! 04/02/2016
Büyük Atatürk’ün Vasiyetnâmesi 02/02/2016
Ünlülerin Sıkça Kullandığı Dukan Diyeti Nedir? 12/12/2015
Vücudunuzdaki Yağlara Veda Edin, Nasıl Mı? 05/12/2015
Hazan Mevsiminde, Yaprakların Dansı 26/11/2015
Cumhuriyet'e Giden Yol III: Türkiye Cumhuriyeti'nin İlânı 24/11/2015
Tarihin Akışını Değiştiren Türk 10/11/2015
Cumhuriyet'e Giden Yol II: Türkiye Cumhuriyeti'nin İlânıyla İlgili Son Gelişmeler 06/11/2015
Artık Gözler Vaatlerde, Neydi Bu Vaatler 03/11/2015
Cumhuriyet'e Giden Yol I: KurtuluŞ Savaşi'nda Cumhuriyet İzleri 01/11/2015
Türk Millî Mücadelesi'nin Başlangıcı ( Mayıs-Haziran 1919 ) 27/10/2015
Bir lokma Salçalı Ekmeği Ne Çok Özledim 24/10/2015
Sabahları Yorgun Mu Uyanıyorsunuz? 21/10/2015
24 Nisan Tarihinin Manâsı Ve Dünyadaki Ermeni Soykırım Anıtları 19/10/2015
XIX. Yüzyılda İngiltere?nin Akdeniz Politikalarına Dair 02/10/2015
Erkekler Neden Aldatır? 20/09/2015
Pkk, Şehirlerde Neyin Peşinde? 14/09/2015
Tatilden Dönenler Mutlaka Okuyun? 02/09/2015
Lozan Antlaşması Sonrasındaki Ermeni Pişmanlıkları 31/08/2015
Çin'deki Ekonomik Tsunami Türkiye'yi De Vurdu 26/08/2015
 
 
tüm yazılar